18 Nisan 2020 Cumartesi

Bilgisel 1 / 29 Ekim'e ..

//BÖLÜM 1

Kasım 1922.. Doğu Ekspresi, Lozan'a yaklaşıyordu.
Lozan'dan bir önceki istasyonda trene binen Le Matin isimli Fransız gazetesinin muhabiri, konferansın ertelendiğini duyurdu İsmet Paşa'ya..
Öfkelendiren bir haberdi. Zira konferansın bir hafta ertelendiği haberini Türk kuruluna kimse iletmemişti. Durum karşısındaki ilk sözleri; "bütün bir milleti ve bütün bir orduyu, belirsiz bir ateşkes halinde tutmak kolay değildir".

Lozan Palas'ın ikinci katında 210 numaralı dairede bir müddet dinlendikten sonra, ertelemeyi resmî olarak bildirmedikleri için İngiltere, Fransa ve İtalya'yı protesto eden birer telgraf yazdırdı. Hemen ertesi sabah için ise bir basın toplantısı tertip edilmişti bile..

Lozan Palas'ın, İsmet Paşa'nın basın toplantısı için hazırlanan salonu, otuzdan fazla gazeteci ile dolmuştu. Bir kısmı oturuyor, bir kısmı ayaktaydı. En önde oturan bir İsviçreli gazeteci, ayaklarını umursamaz bir tavırla ileri uzatmış şekilde bekliyordu. Öyle ki, orada bulunan gazetecilerin çoğu, yıllardır Türkiye aleyhinde yürütülen propagandaların etkisi altında bulunuyordu.
Derken, İsmet Paşa tam da zamanında, genel sekreteri Reşit Saffet Bey, basın danışmanları Ruşen Eşref ve Yahya Kemal Beylerle birlikte salona girdi. Basın mensuplarını, başıyla selamladı, yerine geçti.
Öndeki o İsviçreli gazeteci ayaklarını toplamamıştı. Bir kadın gazeteci ise o esnada rujunu tazelemekle meşguldü.

İsmet Paşa, oldukça akıcı olan Fransızcası ile konuşmasına başladı:
"Hanımefendiler, beyefendiler.. İngiltere, Fransa ve İtalya hükûmetlerinin daveti üzerine, bildirdikleri tarihte barış görüşmelerine katılmak için Lozan'a geldik. Biz buradayız. Fakat davet eden hükûmetlerin temsilcileri yok. Türkiye, büyük savaştan sonra da barış yapılmasını bekliyordu. Ama barış yerine bütün sınırlarından, aynı anda hücuma uğradı. Batı dünyası barışı yaşarken, biz dört yıl daha dövüşmek zorunda kaldık. Bağımsızlık ve özgürlüğümüzü yeniden elde edebilmek için verdiğimiz bu mücadele, bize çok pahalıya mâl olmuştur. Büyük şehirlerimiz bugün kül halinde. Eskiden mamur olan yerlerimiz viraneye döndü. Bir milyon insanımız açıkta.."

Önde oturan gazeteci, ayaklarını geri çekti. Ruj tazeleyen o gazeteci kadın, notlar almaya başladı. İsmet Paşa, sözlerine devam ediyordu:
"Son taarruzumuza kadar, asla savaşı başlatan taraf olmadığımızı hatırlatmak isterim. Barış çarelerinin hepsini kullanmadan da harekete geçmedik. Nitekim son taarruzdan önce, barış ümidiyle Londra'ya bir temsilcimizi göndermiştik. Ama başbakan ve dışişleri bakanı tarafından kabul edilmedi. Biz de sorunu, taarruza geçerek çözmek zorunda kaldık. Sonucu biliyorsunuz. Bütünüyle ölmeyi göze almış bir orduyu kim durdurabilirdi? Çanakkale ve İstanbul önünde, sırf barış yolunu açmak için durduk. Barış yapmak için de buraya koştuk. Ama bizi barışa davet edenlerin şu anda nerede olduklarını, ne yaptıklarını bilmiyorum. Deneyimli diplomatlar, bu gecikmenin nelere mâl olacağını takdir edeceklerdir sanıyorum. Teşekkür ederim."

Konuşması sürerken de biterken de en başta dikkate dâhi almayan gazetecilerin hepsi not alır halde idi. Ve İsmet Paşa konuşması bittikten sonra gitmek için ayağa kalktığında, birçok gazetecinin de saygı ile ayağa kalktığı görüldü.

Basın manşetleri ise bu toplantının ne denli sağlam iz bıraktığını kanıtlar nitelikteydi.
"Birinci raund Türklerin!"
"Bunlar Osmanlı diplomatlarına hiç benzemiyor. Ben Sevr'i imzalayanları görmüştüm. Bizim delegelerin karşısında emir eri gibi duruyorlardı."
"Çok heyecanlı bir maç izleyeceğimiz anlaşılıyor!"

Akşam vaktine yakın İngiltere, Fransa ve İtalya dışişleri bakanlarının, ertelemeyi zamanında haber veremedikleri için Türk kurulundan özür dileyen telgrafları geldi. Konferansın İngiltere ve İtalya'daki olaylar nedeniyle zorunlu olarak ertelendiğini bildiriyorlardı.

Fransa'nın İsviçre Büyükelçiliği Müsteşarı, İsmet Paşa'yı, aradaki boşluğu değerlendirmesi için Paris'e davet etti. Başbakan ve Dışişleri Bakanı M.Poincare, İsmet Paşa'yı misafir etmekten büyük onur duyacağını bildiriyordu. Fransız hükûmetinin görüşlerini öğrenmek için İsmet Paşa daveti kabul etti ve ertesi gün, Paris'e hareket etti. Çetin görüşmelere hazırlıklı olabilmek için ise yol boyunca Ferit Bey, Reşit Saffet ve Münir Beylerle Fransızca konuştu.

Türk kurulu sabah Paris/Lion istasyonunda Fransız görevliler ve Türkler tarafından karşılandı. Gazeteciler de gelmişti. İsmet Paşa, çok kısa bir açıklama yaptı:
"Ankara hükûmeti, tam bağımsız bir Türkiye kurmak istiyor. Özellikle kapitülasyonsuz."


//BÖLÜM 2

İngilizler birçok önemli bina gibi Harp Okulu ile eski 1. Ordu Komutanlığı binalarına da el koymuşlardı. İşgal Kuvvetleri Başkomutanı General Harrington da burada çalışıyor, öğle yemeklerini yiyor, Tarabya'da oturuyor, Moda'da tenis oynuyordu.
Ancak gelin görün ki üst üste gerçekleşen Türk zaferleri, işgal kuvvetlerinin İstanbul'daki saygınlıklarını gittikçe azaltıyordu. Şehrin birçok köşesinden, işgal askerlerinin dayak yedikleri hakkında haberler geliyordu.

General Harrington bir gün eşsiz boğaz manzarası seyri ile öğlen yemeğini yediği esnada, yemek salonuna emir subayı gelir. Saraydan, Mızıka Komutanı Yarbay Zeki Bey diye birinin geldiğini söyler. Yemeğine son veren General, odasına geçer ve saraydan gelen yarbayın da odasına getirilmesini emreder.
Bir gün evvel Sultana, İstanbul'un gittikçe tehlikeli olduğunu ve kendilerini bir zırhlı ile Malta'ya götürebileceklerini belirten mesajı iletmişti. Gelen, Vahidettin'den bir mektuptu:

"İstanbul İşgal Orduları Başkomutanı General Harrington Cenaplarına,
İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devlet-i fahimanesine iltica (sığınır) ve bir an evvel İstanbul'dan mahall-i ahara naklimi (başka yere götürülmemi) talep ederim efendim."

16 Kasım 1922
Müslümanların Halifesi
Mehmet Vahidettin


Plan, elbette hazırdı. Uygulamaya başlandı.
Yıldız Sarayı'nın harem dairesi, keder içindeydi. Gün doğuyordu. Sağanak yağmurlu, kötü bir hava vardı. Vahidettin, dört eşi ile vedalaşmıştı. Kaçışını kolaylaştırmak için Merasim Köşkü'ne geçmişti.
Vaktin geldiği hatırlatılınca, 10 yaşındaki oğlu Ertuğrul'u elinden tutarak köşkün alt katına indi. Doktor Reşat Paşa, Vahidettin'in kendisine emanet ettiği bir çantanın sapına sıkı sıkı yapışmıştı. İçinde para ve mücevher vardı.
Köşkün arka kapısından, bahçeye çıktılar.
İngiliz askerleri bahçeye seyrekçe yayılmışlardı, çevreyi denetim altında tutuyorlardı.
Malta kapısı olarak anılan kapı, açıldı. Tam kapının önünde bir ambulans bekliyordu. Yüksek Komiserlik Tercümanı Mattews ve bir subay, Vahidettin'in oğlunun, Ömer Yaver Paşa ile Dr. Reşat Paşa'nın ilk ambulansın arkasına binmesine yardımcı oldular. Kapı kapatıldı. O ambulansın içinde, son padişahın bulunduğu anlaşılmazdı. İkinci ambulansa ise Vahidettin ile birlikte gidecek olan yedi kişi bindi.
Şoförlerin yanında silahlı subaylar bulunuyordu. Ambulansların önüne ve arkasına muhafızlarla dolu otomobiller geçti. Kabataş'a kadar yolun iki yanına aralıklarla İngiliz askerleri dizilmişti.
General Harrington, Yüksek Komiser Vekili Mr. Henderson, birkaç subay Kabataş'ta, arkalarında yağmurluklar ile konuşmadan bekliyorlardı. Çevre, İngiliz askerleri tarafından güven altına alınmıştı. Rıhtımda büyük bir motor beklemekteydi. Biraz açıkta da Malaya zırhlısı. Kafile bir süre gecikti. Bu gecikme, General Harrington'da telaşa sebebiyet verdi. Türkler durumu öğrenip de kafilenin yolunu kestilerse çatışma çıkardı. Ama hiç silah sesi duyulmuyordu. Yerinde duramaz olmuştu. Birden, öndeki otomobil ve peşinden ambulanslar köşeyi dönüp rıhtıma yaklaştılar.

Vahidettin, Dr. Reşat Paşa'nın elini tutarak indi. General Harrington ve Mr. Henderson, Vahidettin'i saygıyla selamladılar.
Gecikme sebebi, yolda ilk ambulansın lastiğinin patlamış olmasıydı. Başka herhangi aksilik yaşanmamıştı.
VAhidettin, her şey için teşekkürlerini sundu İşgal Kuvvetleri Başkomutanı General Harrington'a..
Denizcilerin yardımıyla motora binildi. Vahidettin'in adamları, bavullar ve çantalar da yüklendi. Motor, arkasındaki büyük İngiliz bayrağını dalgalandırarak rıhtımdan ayrıldı. Malaya zırhlısına doğru yol aldı.

Malaya'ya yanaştıklarında, saat 06.30'du..

Tabii Vahidettin hanedanın başı olduğu gibi bir de halife idi. Onun yerine yeni bir halife belirlemek gerekiyordu. Bu durum, Ankara'da mecliste tartışılıyordu.

Vahidettin aleyhine sesler, homurtular yükseliyordu.
Tartışmalar, "yeni halife meclisin de mi başkanı olacak?" sorusuna kadar dayanınca, Mustafa Kemal Paşa dayanamayarak söz aldı:
"Efendiler! Bazı gerçekleri bilmenin karar vermenizi kolaylaştıracağını ümit ediyorum. Bu meclis, Türkiye'nin meclisidir. Türkiye halkının meclisidir. Bu meclisin sıfatı, yetkisi Türkiye ve Türkiye halkı ile sınırlıdır. Öyleyse bu meclisin başkanı da yalnız Türkiye'yi ve Türkiye halkını temsil eder. Halifelik ise İslam alemini kapsayan bir makamdır. Meclis hilafeti destekler ama varlığını onun eline teslim etmez, edemez, etmeyecektir..."

Salonda alkışlar yükseldi, Mustafa Kemal Paşa sözlerini şu şekilde sürdürdü:

"... Türkiye halkı egemenliğine, kayıtsız ve şartsız sahip olmuştur. Egemenlik hiçbir renkte, hiçbir şekilde, hiçbir manada ortaklık kabul etmez. Unvanı ne olursa olsun, ister halife olsun, hiç kimse milletin iktidarına ortak olamaz. Sorunlara bu açıdan bakmak zorundayız. Çünkü artık başka yol yoktur."

Alınan karar, yeni halife seçiminin kamuoyunun önünde yapılmasıydı artık. Dinleyiciler içeri alındı. Tutanak katipleri yerine geçtiler. Başkan, Din İşleri Bakanının verdiği fetvayı okudu ve Meclis'in oyuna sunacağını söyledi. Yusuf Ziya Bey buna şiddetle itiraz etti:
"Hayır, olamaz! Fetva oya konulamaz!"
Mustafa Kemal Paşa yerinden ayağa kalktı, öfkeliydi:
"Beyefendi, siz de çok iyi bilirsiniz ki bu memleketi yıkmak, istiklal için mücadele edenleri öldürtmek, kardeş kavgası açmak için de fetva verilmiştir. Onun için bu fetva meclisin oyuna sunulmalıdır."

Yusuf Ziya Bey, "olmaz! fetva oylarımızdan yüksektir!" diye bağırdıktan kısa bir süre sonra, çok yanlış bir söylemde bulunduğunu anlayıp yerine oturdu zira bu son sözü üzerine, egemenlik üzerine çok titiz olan mecliste ürpertici bir hava esmişti.

Fetva oya sunuldu. Meclis tarafından kabul edildi ve Vahidettin, halifelikten alındı. Yeni halife için yapılan seçimde ise Osmanlı hanedanının en uygun üyesi Abdülmecit Efendi, 148 oyla halife seçildi.

Vahidettin ve yanındakiler ise 20 Kasım Pazartesi sabahı, Malaya zırhlısı ile çıktıkları yol neticesinde İngiliz İmparatorluğu'nun Akdeniz'deki önemli üssü Malta adasının büyük limanına girdiler.
Bu olayda çok ince bir ayrıntı vardı.
İngilizler bir zamanlar bazı önde gelen İttihatçıları ve millicileri bu adaya sürmüşler, Vahidettin de bu tip olayları memnuniyetle karşılamıştı. Malta adası iki yıl o Türklere sürgün yeri ve zindan olmuştu.
Şimdi de Vahidettin, o adaya sığınma amacıyla varmıştı..


//BÖLÜM 3

İngiliz Lord Curzon, Fransız M.Poincare ve İtalyan Mussolini'nin İsviçre'ye geldiklerinde, Lozan'a geçmeden evvel Territet şehrinde toplandıkları bilgisi gelmişti. Bu, müttefiklerin Türkiye'ye karşı birlikte hareket edecekleri durumunu kesinleştiren bir hadiseydi.

İsmet Paşa'ya açılış töreni hakkında bilgi verildi. Tören, Casino de Monthbenon adlı lüks gazinonun büyük konser salonunda yapılacak. Programa göre İsviçre Cumhurbaşkanı ev sahibi olarak açılış konuşması yapacak. Sonra da davet sahibi devletler adına İngiliz Lord Curzon konuşacak.
İsmet Paşa, "sonra?" diye sordu, kendisine program hakkında bilgi veren Türk kurulu genel sekreteri Reşit Saffet Bey'e..
Reşit Saffet Bey, "tören sona eriyor efendim" diyebildi.
İsmet Paşa ayağa kalktı:
"Hayır. Hemen gerekli temasları yapınız. Curzon'dan sonra da ben konuşacağım. Kimsenin üstünlüğünü ve farklılığını kabul etmiyoruz. Daima bu ülkeyi dikkate alacaksınız. Burada her konuda eşit bir devlet olarak bulunuyoruz. Bunu asla unutmayınız. Osmanlı'ya yaptıkları haksız, kaba muameleyi kabul etmeyeceğiz. Bunu halledeceksiniz. Yoksa program dışı konuşurum."

İsmet Paşa'nın isteğine elbette Lozan yönetimi itiraz etti. Fransız M.Poincare olayı öğrenince devreye girip İsmet Paşa'yı caydırmaya çalıştı fakat İsmet Paşa'nın sözü netti:
"Lord Curzon konuşmaktan vazgeçsin, o zaman ben de vazgeçerim."

Tören günüydü..

Özel giysili bir tören görevlisi, saat 15.30'da salona girdi. Tören görevlisini İsviçre Cumhurbaşkanı Mösyö Haab izliyordu. Salon, saygıyla ayağa kalktı. Mösyö Haab sahnede, iki delege grubunun ortasındaki kürsüden konuştu. Barışı öven güzel bir konuşmayla Lozan Konferansı'nı açtı. Ardından gerideki yüksek aralıklı koltuğa oturdu.

Cumhurbaşkanı Haab'ın konuşması bitince, programa uygun olarak Lord Curzon ağır ağır kürsüye geldi. O da barışı ve uzlaşma ruhunu öven bir konuşma yaptı. Davetliler açılış töreninin bittiğini sanıyorlardı. Kendilerine bildirilen program bu kadardı. Ayağa kalkmak için Cumhurbaşkanı Haab'ın kalkmasını beklerken program dışı bir olay oldu. İsmet Paşa kalkıp, kürsüye doğru yürüdü. Cumhurbaşkanı Haab, "İsmet Paşa!" diyerek, Türk delegesini davetlilere tanıttı.

Alışılmışın dışında olan bu program değişikliği, herkesin ilgisini uyandırmıştı.
Ve İsmet Paşa, hazırlamış olduğu konuşmasını okumaya başladı:

"Türk milleti varlığını korumayı, istiklalini kazanmayı başardı. Bunun için hadsiz hesapsız fedakarlıklara katlandı. Her yaşta ve her mevkideki Türkler, kadınlar ve çocuklar, bu savunma savaşına katıldılar. 1918 tarihinden sonra Türk milletinin maruz kaldığı sonsuz hücumları ve ıstırapları, burada hatırlatmaktan kendimi alamıyorum. Gerek bu hücumları, gerekse hiçbir askeri zorunluluk olmaksızın Türkiye topraklarının en bayındır kısımlarını bilerek mahvetmek ve yıkmak amacıyla yapılmış olan tahribatı, hiçbir şekilde mazur göstermek kabil değildir. Hâlâ bu dakikada bile bir milyondan ziyade masum Türk'ün Anadolu ovalarında ve yaylalarında evsiz ve ekmeksiz dolaştığını da hatırlatmak isterim."

Çıt çıkmıyordu. Yunan başbakanı Venizelos, bu ağır suçlamaların muhatabı olarak renkten renge giriyordu. Türkiye'nin acıları ve istekleri, ilk kez aracısız, sulandırılmadan, doğru olarak Batı kamuoyuna ulaşmaktaydı. İsmet Paşa devam ediyordu:

"Biz bütün uygar milletler gibi hürriyet ve istiklal istiyoruz!"

Konuşmasını, ev sahibi İsviçre'ye teşekkürle bitirdikten sonra, salondakilerin alkışları eşliğinde yerine oturdu.

Tören sona ermişti. Fransız delegesi Mösyö Bombard, İsmet Paşa'nın yanına geldi. Gülerek:
"Anlaşıldı.. Sizden çekeceğimiz var" dedi.

Görüşmelerin başladığı o törenin üzerinden neredeyse bir ay geçmişti.
Batı, İsmet Paşa'nın günlük raporlarına göre Türkiye'yi, Sevr'e benzer bir anlaşmaya zorluyordu. Fakat karşılarında daha evvelden görmedikleri bir direnç görüyorlardı. Bir gece raporunda İsmet Paşa şunları belirtiyordu:

"İyi ilişki ve kibarlık göstergesi altında adamların düşüncesi tıpkı eskisi gibi. Hiç değişmiyorlar. ABD gözlemcisi dahil hepsi tehditler savuruyor. Ya bizi yıkacaklar, eski usulde değişik bir Sevr Andlaşması yapacaklar, ya biz onları yıkacağız,her uygar ve bağımsız millet gibi bir barış yapacağız. Konferans bugünkü duruma göre olumlu bir hedefe yürümüyor. Konferansın kesilmesi beklenmelidir."

Durumdan sürekli haberdar olan ve özellikle boğazlar konusunda sıkıntı yaratıldığını çok iyi bilen Mustafa Kemal Paşa, Ankara'da şu düşüncedeydi:

"Boğazları ve Trakya'yı barış yoluyla geri almak istediğimiz için askeri hareketi durdurmuş ve Ateşkes Anlaşması yapmıştık. Fakat Lozan'da görüşmeler iyi gitmiyor. Umarım gerekmez ama savaşmak zorunda kalabiliriz. Savaşırsak, hedefimiz İstanbul ve Çanakkale boğazlarını ele geçirmek olacak. İki ordumuz da buna hazır."
Bir an durdu:
"Bu, işimizin küçük bölümü. Gelelim büyük bölüme. Barış olunca ne yapacağız? Bu ilkellik, cahillik, yoksulluk, gerilik içinde kalamayız. Bu susuz, karanlık kuyudan düze çıkmamız gerek. Bakanlıklara basit araştırmalar yaptırıyor, başlıca konularda devraldığımız maddi mirası saptamaya çalışıyorum. Sonucu sizlere de duyuracağım. Ama halimiz ortada. Elbise düğmesi için bile dışarıya muhtacız.."

İsmet Paşa, bir gece raporunu bitirdiğinde, Mustafa Kemal Paşa'ya özel bir mektup yazdı. Mektubu, şöyle bitirdi:
"Nasılsın? Sıhhatinden, neşenden bize kuvvet ver şanlı Gazi. Görüştüğümüz zaman saçlarımı bembeyaz, yaşımı on sene ileri bulacaksın."


//BÖLÜM 4

Mustafa Kemal Paşa, 14 Ocak 1923 günü akşamı Eskişehir'e gitmek üzere Ankara'dan trenle ayrıldı. Törenle uğurlandı. Trende, erkenden kompartımanına çekildi. Getirttiği yeni kitaplardan birkaçını yanına almıştı. Başladığı kitabı durarak, çizerek, sayfa yanlarına not alarak okumaya devam etti.
Paşa, Eskişehir yolundayken Salih Bey ve eşinin korka korka bekledikleri olay oldu.
Zübeyde Hanım, vefat etti..
Salih Bey, şifreli bir telgrafla Mustafa Kemal Paşa'ya annesinin vefatını bildirdi.

Telgraf, Biçer İstasyonu'na yetişmişti.
İstasyon görevlisi, telgrafı yaverlere verdi. Şifresi çözüldü. Paşa'nın annesini ne kadar sevdiğini bilen yaverler de, eski yaveri, Bolu Milletvekili Cevat Abbas Bey de ölüm haberini vermek istemediler. Görev, Ali Metin Çavuş'a kaldı. Kötü bir haber getirdiği çavuşun yüzünden okunuyordu. Paşa:
"Annem ölmüş, değil mi?" diye sordu.
"Siz sağ olun Paşam" diyebildi Ali Metin Çavuş.
Mustafa Kemal Paşa'nın gözleri doldu.
Durum, birlikleri denetlemeyi ve komutanlarla konuşmayı ertelemeye elverişli değildi. Lozan'da görüşmeler her an kesilebilirdi. Görevini sürdürmeyi gerekli gördü. Salih Bey'e, annesinin uygun bir tarzda toprağa verilmesini bildirdi.

Eskişehir ziyareti esnasında, yaşlı bir kadın, görevlilerle itişe çekişe yanına sokulmayı başaracaktı. Omzunu okşayarak:
"İşittim ki anan ölmüş, başın sağ ola."
Mustafa Kemal Paşa, şöyle cevap verecekti:
"Evet, anam öldü. Vatan anam sağ olsun."

20 Ocak günü saat 15.00'te Mustafa Kemal Paşa ile Fevzi ve Karabekir Paşalar, Cevat Abbas Bey, Bilecik üzerinden Bursa'ya geldiler.
Ertesi gün Bursa'nın kadın ve erkek öğretmenleri Paşa'yı çay ziyafetine çağırmışlardı. Bursa Lisesi'nin büyük salonunda gerçekleşen bu toplantıda Eğitim Müdürü Paşa'ya geldikleri için teşekkür etti. Paşa'nın eğitim hakkındaki konuşmalarına değinerek, "Açtığınız çığırda ilerleyeceğiz" dedi.
Sonra Mustafa Kemal Paşa ayağa kalktı. Özetle:
"Gerçek kurtuluşa kavuşmak, devlet binasını kurabilmek için en kuvvetli temel, toplar, süngüler, taşlar değil, bilim ve eğitimdir. Millet yalnız erkeklerden kurulıu değil. Kadınlarımız da var. İkisi de bilim ve eğitimde, toplumsal etkinliklerde denk olmalı. Biri ötekinden geri kalmamalı. Türk tarihinde kadının yeri çok yüksektir. İslamiyetin ilk zamanlarında da kadınlar savaş meydanına da, fazilet meydanına da kocalarıyla birlikte gitmişlerdi. Millî Mücadele döneminde de, eşini, oğlunu askere gönderen kadınlarımız tarlayı sürmüş, bağı temizlemiş, kağnısıyla cephane taşımıştır. Zaferde payı büyüktür. Kadınlarımızın genel hayata katılmalarının önünde hiçbir engel kalmayacaktır. Her türlü görevi yapabilecekler. İyi yetişmiş kadınları ve yetiştirecekleri aydın çocukları düşündükçe büyük bir mutluluk duyuyorum. Bu parlak geleceği, sizler hazırlayacaksınız."

Öğretmenler, Paşa'yı ayakta coşkuyla alkışladılar.
Paşa, buradan İzmir'e geçti.

Ocak 1923 sonuydu.
Müttefiklerin Lozan'da hazırladıkları anlaşma projesi Türk kuruluna ulaşmıştı.
İsmet Paşa, kurulu aciliyetle toplantıya çağırdı. Bilgi vermeye başladı:
"Proje 150 sayfa, 160 madde. 9 tane de eki var."
Reşit Saffet Bey'e baktı:
"Projeyi okuyunuz."
Reşit Saffet Bey, andlaşma projesini okumaya başladı. Çıt çıkmıyordu kalabalık salonda. Gerçek, ağır ağır belirdi;
Müttefikler komisyonlarda kabul edilen kimi konuları projeye koymuşlar, kabul edilmiş kimi konuları ise Türkiye'nin onayı olmadan değiştirip ağırlaştırmışlardı.
Anlaşmaya varılmamış ya da hiç görüşülmemiş konuları da kendi görüşlerine göre düzenlemişlerdi.
Proje, Sevr'i anımsatıyordu.
İsmet Paşa, şöyle dedi:
"Burada geçirdiğimiz iki buçuk ay, bütün o tartışmalar, görüşmeler bir komedyadan ibaretmiş. Anlaşılıyor ki iki buçuk ay önce Paris'te İngiltere ile Fransa arasında kararlaştırılmış birtakım şartlara konferans süsü vermek istiyorlar. Kısacası, barış olsun istemiyorlar. Bundan sonra olacakların sorumluluğu, müttefiklere aittir."

Konferans kesildiği takdirde Mudanya Ateşkes Anlaşması kendiliğinden sona erecek, savaş durumu geri dönecekti.

31 Ocak Çarşamba günü Lozan Konferansı'nın son toplantısı yapıldı. Savaş ya da barış günüydü. Müttefikler konuşmalarını sundular. Proje zaten hazır ve belliydi. Amaç, Türk kurulunu baskı altına almak ve o toplantıda imzaları alarak meseleyi kapatmaktı.
Söz sırası İsmet Paşa'ya gelmişti. Paşa, olağanüstü bir durum yokmuş, baskı altında değilmiş gibi, ağır ağır konuşarak, kırıcı hiçbir sözcük kullanmadan basit bir şey istedi. Karşı tarafın oyun planını alt üst eden basit bir satranç hamlesiydi bu:

"Projeyi yeni aldık. Ancak okuyacak vakit bulduk. Değiştirilmiş, ağırlaştırılmış, anlaşamadığımız, hatta hiç konuşmadığımız konular var. Komisyon başkanlarından, bir hafta sonra yapılacak bir toplantıda görüşlerimizi bildirmek için bize fırsat vermelerini rica ederim."

İsmet Paşa'nın bu basit isteği müttefikleri şaşırtmıştı ancak reddederlerse, barışı ve anlaşmayı istemeyen taraf olarak yaftalanacaklardı. Hak, hukuk, eşitlik, uygarlık, insanlık gibi sık sık uçurdukları balonlar patlayacaktı. Lord Curzon, toplantıya 10 dakika ara verdi. Güne, herkesi törenle andlaşmayı imzaya davet ederek başlamışlardı. Şimdi ise durumu kurtarmaya çalışacak duruma düşmüşlerdi.
Oyun, iflas etmişti.

Elli dakika sonra Curzon:
"İsmet Paşa'nın proje hakkında görüşlerini bildirmek istemesini makul karşıladık. Fakat istedikleri süre uzundur. Ben ancak cumartesi, belki 4 Şubat Pazar akşamına kadar burada kalabilirim. Böylece görüşmeye imkân buluruz" dedi ve toplantıyı kapattı.

Müttefiklerin elinde iki çare kalmıştı. Bu kısa süre içinde Türk kurulunu andlaşmayı imzalamazlarsa barış olmayacak diye korkutmak, son toplantı günü hep birden büyük baskı yapmak..

Mustafa Kemal Paşa ise bir yandan Lozan'la ve askerî durumla ilgilenirken, diğer yandan halkı aydınlatmayı ve geleceğe hazırlanmayı da ihmâl etmiyordu.
Osmanlı Bankası'nın İkinci Kordon'da bulunan eski deposu, İzmir İktisat Kongresi için hazırlanıyordu.

Türk kurulu projenin 26 hükmünü kabul edilemez bulmuş, bunu bir yazı ile müttefiklere bildirmişti. Müttefikler, birkaç küçük geri adım atarak projede önemsiz değişiklikler yaptılar. Ama esas sorunlar, özellikle ekonomik konular olduğu gibi duruyordu.

4 Şubat 1923.
İsmet Paşa, Lord Curzon ile görüştü.
Görüşme tam bir kısır döngü idi. Lord Curzon, İngiltere, İtalya ve Fransa'nın sefil çıkarlarını savunmak için yırtınıyor, tüm kapıları adeta kapatıyordu.
İsmet Paşa, Lord Curzon'a son olarak:
"Londra'da niçin barış yapmadan geldiniz diyecekler. Ne yanıt vereceksiniz?" dedi.
Lord Curzon, İsmet Paşa'yı imzaya ikna edemediği, kandıramadığı için öfke içerisindeydi. Sürekli terliyordu. O da İsmet Paşa'ya:
"Sen ne diyeceksin?" dedi.
İsmet Paşa:
"Bir tek cümle söyleyeceğim; Lord Curzon barış yapmayı istemedi."
Lord Curzon, "Katiyen!" diye bağırarak ayağa kalktı.
İsmet Paşa devam etti:
"Milletime ve dünyaya diyeceğim ki; Lord Curzon barış istemiyordu. Görüşmeleri kısır bir sonuca vardırmak için elinden geleni yaptı. Deneyimini barış için kullanmadı. Cimri çıkarların hizmetine verdi. Sırf barış yapmamak için nerede bir bahane bulduysa, onların üzerinde ısrar ederek konferansı kesintiye uğrattı. Benim kanım bu."
Lord Curzon'un yüzü seyiriyordu:
"Nasıl böyle söyleyebilirsin?"
İsmet Paşa:
"Böyle söylüyorum, böyle söyleyeceğim. Önceden aranızda her şeyi kararlaştırmışsınız. Hiçbir ciddi değişiklik yapmadınız. Hiçbir haklı talebe saygı duymadınız. Bizi oyaladınız. Dünya kamuoyuyla oynadınız. Hazırladığınız andlaşmayı, bu olumsuz haliyle bize mutlaka kabl ettirmek istiyorsunuz. Baskı yapıyorsunuz. Buna barış konferansı, sizlere barışçı denir mi? Bu durumu bütün dünyaya anlatacağım."

İsmet Paşa ayağa kalktı. Lord Curzon telaşlandı:
"Gidiyor musunuz?"
"Evet."
"Andlaşmayı imzalamadan mı?"
"Evet, imzalamadan. İyi akşamlar ve iyi yolculuklar."

İsmet Paşa, ayaklanmadan hemen evvel bir bahane icat edip Türkiye'yi konferansa yeniden çağıracaklarını anlamıştı.
Emperyalist diplomasi, yenilmişti.

Türk kurulu Lozan Palas'a döndüğünde haberi alan gazeteciler kurulumuzun etrafını sardılar.
İsmet Paşa gazetecilere, ayak üstü durumu özetledi:
"Esir olmayı kabul etmedik."

Barış Konferansı, bilinmedik bir tarihe ertelenmişti..


//BÖLÜM 5

Fevzi Paşa hükûmetin izin vermesi üzerine, İzmir körfezinin de mayınlanmasını emretti. Körfez ağzında sadece gizli bir geçit bırakıldı. Bütün yabancı gemilere de 24 saat içinde İzmir'i terk etmeleri bildirildi. Kılavuz motorlar gemilere yol göstereceklerdi. Körfeze yabancı savaş gemisi girmesi de yasaklandı. Karar, İstanbul'daki temsilci Dr. Adnan Bey aracılığıyla devletlere bildirildi. Kararın sertliği telaş ve tepki yarattı. Hava birdenbire çok gerildi.

7 Şubat 1923.
Mustafa Kemal Paşa, Balıkesir'de.
Öğle namazını büyük bir cemaat ile Zağanos Paşa Camii'sinde kıldı. Şehitler için okunan mevlidi dinledi. Mevlit bitince yerinden kalktı. Ağır adımlarla minbere çıktı. Cemaat, dikkat kesilmişti:
"Millet!
Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, iyiliği ve hayrı üzerinize olsun. (..) Dinimizson dindir. Ekmel dindir."


Dini yücelten bir konuşma yaptıktan sonra sorular sorulmasını istedi. Sorular bitince minberden indi, soruları ayakta yanıtladı.
Biri, hutbenin dili ile ilgili bir soru sormuştu. Haklı bir soruydu çünkü hutbe Arapça okunur, halk da anlamadan dinlerdi. Genellikle hazır Arapça hutbeler okunurdu. Mustafa Kemal Paşa, hutbenin tarihi, anlamı, işlevi konusunda ayrıntılı bilgiler verdi. Yanıtını şöyle bitirdi:

"Hutbelerin dilinin bilinmesi, anlaşılması, bilim ve fenne uygun olması gerekir. Hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın gereklerine uygun olmalıdır ve olacaktır."

17 Şubat 1923 Cumartesi sabahı İzmir ayaktaydı.
Temsilciler, görevliler, meraklılar İzmir İktisat Kongresi'nin yapılacağı kongre binasına akıyorlardı.
10.20'de Mustafa Kemal Paşa salona girdi. Şiddetli alkışlar arasında kürsüye gelen Paşa, iktisadın çok önemli, millî iktisadın ise bağımsızlığın güvencesi olduğunu söyledi. Devletin artık bir iktisat devleti olması gerektiğini belirtti. Müttefiklere de şu mesajı verdi:
"Bütün cihan bilsin ki bu millet tam bağımsızlığının sağlandığını görmedikçe, yürümeye başladığı yolda durmayacaktır!"

Öğleden sonra Kâzım Karabekir Paşa, oy birliği ile Türkiye İktisat Kongresi Başkanlığına seçildi.

İsmet Paşa ve Türk kurulu Lozan'dan dönüş yolundalardı. Ekspres, yoğun kış şartları vesilesiyle Bükreş'e zorlukla gelmişti. İngiliz elçiliğinden bir görevli, İsmet Paşa'ya Lord Curzon'un gizli bir mesajını ulaştırdı. Lord Curzon barış ümidi veriyor, konferansın barış ile sonuçlanmasını diliyordu.
Bu mesaj, hiç şüphesiz durumun askıda kalmasının İngiliz hükûmetini tedirgin ettiğinin, barış istendiğinin göstergesiydi. Lord Curzon, bir çeşit af dilemekteydi.

İsmet Paşa ve kurul, 16 Şubat akşamı İstanbul'a dönebildiler.

İsmet Paşa Lozan dönüşü, basına bilgi vermeyi ihmâl etmedi:
"Lozan'a herkes cebinde istediğini koyup gelmişti. Çok mücadele ettik. Konferansa ara verilmesine neden olan konular daha çok iktisadi ve mali konulardır. İktisadi bakımdan bir ortaçağ memleketi olamayız! Bizi böyle görmelerine katlanamayız. Yeni Türkiye yaşamak azmindedir. Bunu kanıtlayacağız."

1 Mart 1923 Perşembe günü Mustafa Kemal Paşa, çalışma odasına Kılıç Ali Bey'i, Nuri Conker Bey'i ve Salih Bozok'u çağırttı. Üçü odada tamam olunca:
"Yarın meclisin dördüncü yılı başlıyor. Latife'nin de dinleyici olarak Meclis'e gelmesini istiyorum."
Üçü de irkildi. Kılıç Ali "olmaz Paşam" diye itiraz etti.
"Bin türlü laf ederler."
Nuri Bey de "icat çıkartma!" dedi.
Bu tepkiler üzerine Mustafa Kemal Paşa:
"Ama birinin ilk adımı atması gerek. Bu adımı başka adımlar izler. Bakarsınız bir gün hanımlar, Meclis'e milletvekili olarak da girerler."
Nuri Conker'in yüzü buruştu:
"Bazen ne kadar da hayalci oluyorsun Paşam."
Mustafa Kemal Paşa, devam etti:
"Buna hayal değil, hedef denir. Fırsatlardan yararlanarak, imkânları zorlayarak bir yol açmak ve bu durgun suyun akmasını sağlamak zorundayız. Dinleyici balkonunda oturur, beni dinler. Sizler de Latife'ye eşlik edersiniz."

Meclis'te salon ve balkonlar dolarken, Başkan Mustafa Kemal Paşa ağır adımlarla salona girdi. Milletvekillerini selamlayarak başkanlık kürsüsüne çıktı.
Birden uğultu kesildi. Bir sessizlik oldu.
Gözler, başkanlık kürsüsünün solundaki balkona döndü.
Koyu renk giysili ve başı örtülü bir hanım, balkona girdi.
Yürüdü ve en sondaki iskemleye oturdu. Balkonda bulunan büyükelçiler, Mustafa Kemal Paşa'nın eşi Latife Hanım'ı ayağa kalkarak saygıyla selamladılar. Kılıç Ali Bey arkasında ayakta durdu. Nuri Conker Bey biraz ötesindeydi.
Bilenler, bilmeyenlere fısıldadılar:
"Mustafa Kemal Paşa'nın eşi."
Salon dalgalandı, bazıları tepki gösterdiler:
"Buraya kadın girmesi doğru mu?"
Hafız Mehmet Bey homurdandı:
"Bu kadarı da fazla."
Yusuf Ziya Bey, "bunun arkası gelir" diye söylendi.

Paşa, açılış konuşmasına başladı. 1922 yılını özetledi. O yoksulluk ve ateş içinde hayli şey yapıldığı anlaşılıyordu. Eğitim konusunda bilgi verdikten sonra geleceğe dönük emellerinden bir kısmını da açıkladı:
"Vatan sınırları içinde önemli merkezlerde çağdaş kitaplıklar, bitki ve hayvanat bahçeleri, konservatuvarlar, sanat atölyeleri, müzeler, sergi salonları, fidanlıklar kurmak, ilçe merkezlerine kadar bütün memleketi basımevleriyle donatmak gerekmektedir. Kurulacak irfan merkezlerinde, konferanslar, gece dersleri verilmesi, köy imamları için pratik kurslar açılması, halka ücretsiz kitap dağıtılması ..."
Bu hayaller ve istekler, birçok milletvekilini de heyecanlandırmıştı. İç ya da dış engeller çıkmazsa, birkaç nesil sonunda bu hayaller bütünüyle gerçek olabilirdi.
Paşa konuşmasını, millî egemenliği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni yücelterek bitirdi.

Çankaya'ya dönerken Paşa, Latife Hanım'a teşekkür etti.
Kılıç Ali ve Nuri Bey'i de Çankaya'ya çağırmıştı. Onların önünde bir daha teşekkür etti:

"Çok teşekkür ederim Latif. İftihar ettim. Bir gün kadın erkek eşitliğinin sağlanacağına kesinlikle inanıyorum. Nuri, sen yine hayal diyeceksin ama haklı hayaller damla damla birikir, bir gün gerçek oluverir."
Nuri Bey'in dizine vurdu:
"Birileri icat çıkarmasa, insanlık mağara döneminde kalırdı."


//BÖLÜM 6

24 Mart 1923.
Bugünkü TIME dergisi kapağını bütünüyle ilk kez bir Türk'e, Mustafa Kemal Paşa'ya ayırmıştı. Dergi, tarihçi Arnold Toynbee'nin son kitabından alıntılar da yaparak Mustafa Kemal Paşa'yı övüyordu. Ermeni cemaatinin yıllardan beri sürdürdüğü Türkler ve Türkiye aleyhindeki propagandaya rağmen bu kapak resminin ve yazının TIME dergisinde yer alması büyük bir olaydı. Bazı ön yargılar yıkılıyor, bir şeyler değişiyordu.

Müttefikler, Lozan'da barış görüşmelerinin 23 Nisan'da başlayacağını bildirdiler. İsmet Paşa, danışman ve uzman sayısını yeni duruma göre azaltmıştı. Daha dar bir kurulla gideceklerdi bu kez.
18 Nisan günü, öğlen 12.30'da çaldı hareket çanı.
Sirkeci'den barış treni, alkışlar arasında yola çıktı.

İkinci görüşmelerde Lord Curzon olmayacaktı. Onun yerine İngiltere'yi ikinci delege, eski İstanbul Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold temsil edecekti.
Basın, ikinci dönemin bir Türk-Fransız çatışması içinde geçeceğini yazıyordu.

Bu günlerde İstanbul'da da herkesi heyecanlandıran bir olay yaşanıyordu. Halide Edip Hanım'ın Millî Mücadele'yi anlatan Ateşten Gömlek romanından uyarlanan film, Kemal Film'e ait iki sinemada birden gösterime giriyordu.
Filmin yönetmeni ve senaristi, Muhsin Ertuğrul Bey'di.

Lozan'da görüşmeler 24 Nisan sabahı başladı. Görüşmeler birkaç gün içerisinde yine sertleşmişti. Osmanlı borçları, kapitülasyonlar, eskiden verilmiş ayrıcalıklar ve haklar gibi çeşitli konularda çekişme sürüyordu.

M. Baha Bey, Mustafa Kemal Paşa'ya:
"Paşam, bu adamlar bu kadar bencilken, siz Batı uygarlığını övüyor, örnek olarak gösteriyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi?" diye sordu. Mustafa Kemal Paşa gülümseyerek:
"Hayır! Batı'nın bilimine, sanatına, teknolojisine, hayat düzenine yani uygarlığına saygılıyız. Uygarlık şu anda Batı'da olduğu için onu örnek almalıyız diyorum. Ama Batı'nın bir de çirkin yüzü var. Emperyalizm. Biz öteden beri Batı'nın emperyalizmine ve militarizmine karşıyız. Bencil dediğin o diplomatlar Batı uygarlığının değil, Batı'nın emperyalist, militarist yanının, çirkin yüzünün temsilcileri. Bir daha ezilmemek, sömürülmemek, yenilmemek, parçalanmamak, ikinci sınıf bir millet muamelesi görmemek, saygın bir devlet olmak için yapmamız gereken iki şey var. Batı'nın çirkin yüzünü bilip ona göre davranacağız. Yani aldanmayacağız. Batı uygarlığını oluşturan özelliklere de sahip olmaya çalışacağız.."

Salondaki herkese dönerek devam etti:
"O özelliklerin bir kısmına sahip olmak yetmez. Tanzimat'tan bu yana bu yol denendi, olmadı. Çünkü uygarlık bir bütündür. Bunun gereğini yapacak cesareti gösteremediğimiz için durduk, geriledik, çöktük. Dayak üstüne dayak yedik. Hak etmediğimiz kaba muamelelere uğradık. Halkımızı mutlu edemedik, ilkelliği yazgı sandık. Ama bu yalpalama dönemi sona erdi artık. Bitti!"


Odağımızı tekrar Lozan'a yöneltecek olursak, peki neydi bu Lozan'da sorun yaratan Osmanlı borçları?
İsmet Paşa şöyle açıklıyordu:
"Yetmiş yılda milyonlarca borç alınmış. Çoğunlukla da Fransa'dan. Sadece 30 milyonu imara harcanmış. Kalanı ile bütçe açıkları kapatılmış. Borç faizleri ödenmiş. Dolmabahçe ve Çırağan gibi saraylar yapılmış. Bunlar süslenip, döşenmiş."

Müttefikler bu borçların tamamının yeni Türkiye tarafından ödenmesini istiyordu. Üstelik, altınla. İsmet Paşa ve Türk kurulunun ise önerisi; bu borcun Osmanlı Devleti'nden ayrılan devletler arasında hakça bir ölçüde bölüştürülmesi yönündeydi. Onlar bastırdıkça, kurulumuz bu konuya şiddetle itiraz ediyor, direniyordu.

Görüşmelerin sürdüğü günlerde Lozan'da Sovyet Rusya delegesi Vorovski, otelinde vurularak öldürüldü. Bu olay üzerine telaşlanan Lozan polisi, İsmet Paşa için alınan güvenlik önlemlerini arttırdı. Ayrıca sınırdan, kimliği saptanamayan birkaç kişinin geçtiği öğrenilince, polis müdürü, İsmet Paşa'yı ziyarete geldi. Önemli bir isteği vardı:
"Suikastçıların dikkatini çekmemek için bir önlem alarak, arabanızın önünde bulunan küçük Türk bayrağını kaldırmanızı rica edeceğim efendim."
İsmet Paşa, polis müdürüne şöyle dedi:
"Bakınız. O benim özel filamam değil. O bayrak ülkemi temsil ediyor. Ona dokunamam. Öldürülürsem, yerime biri gelir ve görevi yürütür. Bayrak yerinde kalır."

Tarih 7 Haziran'a geldiğinde Lozan'da hâlâ çözüme bağlanmamış 19 önemli sorun vardı..
7 Haziran sonrası sürekli bir boğuşma halinde geçti. Türk kurulu, Türkiye'nin bir kırıntı hakkını yedirmemek için mücadele ediyor, hakkını kıymık kıymık kopararak ilerliyordu.

Çözümü en zor sorun, Osmanlı borcunun ve faizlerin hangi parayla ödeneceği konusuydu. Fransa altın diye inat ediyor, Türkiye frank diye diretiyordu. Altınla ödeme kabul edilirse, borç en az altı kat yükselecekti. Türkiye'nin bu şekilde, uzun yıllar bütçesinin yarısından fazlası borca ve faize gidecek, ülke hep yoksul kalacaktı.

Türk kurulu, küçük ödünler verip büyük sorunları didişe didişe çözerek ilerlemekteydi. Bazen, tüm gece çalışıp, sabah görüşmelere katılıyorlardı.
Andlaşmaya; "kapitülasyonlar kaldırılmıştır" gibi kesin madde konulmasını kabul ettirmişlerdi. 300 yıllık bela, temizlenmişti.
Ana borcun altınla ödenmesi gibi Türkiye'nin geleceğini tehdit eden sorun da Türkiye lehine çözülmüştü.
Temmuz ayı başında, tartışmalı sorun sayısı üçe inmişti.
Bunlar; faizlerin altınla ödenmesi, Türkiye'de bulunan yabancı şirketlere ayrıcalık tanınması, İstanbul ve Çanakkale'nin boşaltılması tarihi..

İsmet Paşa, müttefiklere birer nota vererek bu sorunların bir an önce ele alınıp artık kesin olarak çözümlenmesini talep etti. Fransa'nın bu çirkin inadı yüzünden gerçekleşen uzama, herkesi tedirgin etmişti. Nitekim İsmet Paşa'nın verdiği nota, olumlu sonuca sebep olmuştu.
7 Temmuz'da Uşi'de toplanıldı.

7 Temmuz 1923'te gerçekleşen bu toplantı kesintisiz 6 saat sürmüştü. Çıkanların hiçbiri demeç vermedi. Böyle karar alınmıştı. Gece, şifre sekreterleri koşuşturup durdular. Bütün kurullar, hükûmetlerine rapor yolluyor, talimat istiyordu. Türk kurulu, sabahladı.

Sabah, uzmanlar uyumadan uzmanlar toplantısına gittiler.
Onlardan sonra saat 17.30'da delegeler toplantısı başladı. 20.00'da ara verildi. Yüzler gülüyordu fakat yine konuşmadılar. Gece 23.00'da yeniden toplandılar. Gece toplantısına delegeler ve danışmanlar, smokinlerini giyerek gittiler. Bu, bir olağanüstülüğün işaretiydi.

İsmet Paşa ve arkadaşları, saat 02.00'da Lozan Palas'a döndüler. Gazeteciler İsmet Paşa'yı çembere aldılar. Paşa, iki sözcükle sonucu özetledi:
"Nihayet hallettik!"

Faizler konusu, Türk kurulunun istediği gibi çözülmüştü. İstanbul ve Çanakkale, andlaşmanın kabul edilmesinden başlayarak, altı hafta içinde boşaltılacaktı. Danışmanlar, kâtipler, sabaha kadar uyumadılar.
Gazeteciler, durumu dünyaya bildirdiler:
"Birinci Dünya Savaşı, sona erdi."


//BÖLÜM 7

15 Temmuz 1923.
Ankara'da, eğitim sorunlarını tartışmak ve kararları almak üzere ilk kez bir Heyet-i İlmiye (Bilim Kurulu) toplandı. Kurula, Eğitim Bakanı İsmail Safa Bey başkanlık etti. Kurul bir ay boyunca durmaksızın çalışacak, eğitimle, kültürle ve sanatla ilgili bütün temel sorunları görüşecekti. Kurulda; Ankara'ya gelen Tercüme Kurulu Başkanı Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Selim Sırrı Tarcan ve Ali Sami Yen gibi isimler de yer alıyordu.

Ve takvimler, 24 Temmuz 1923'ü gösteriyordu.
O büyük gün gelmişti.
Uzun uğraşlar sonucunda, barış andı imzalanacaktı. Tören, saat 15.00'da başlayacaktı. Saat 15.05'te İsviçre Konfederasyonu Başkanı M.Scheurer ve iki yanında yardımcıları, önde beyaz mantolu bir tören görevlisi salona girdiler. Herkes saygıyla ayağa kalktı.
Başkan ve yardımcıları, ağır ağır yürüyerek kürsüdeki yerlerine geçtiler. Büyük bir sessizlik oldu. Konfederasyon Başkanı, ayağa kalkarak törensel bir edayla, andlaşmanın ve eklerinin adlarını saydı ve dedi ki:
"Efendiler! Buyrunuz, imza ediniz."
Genel sekreter M.Massigli yürüdü, İsmet Paşa'nın önünde durdu, eğildi:
"Buyrunuz efendim, önce zat-ı devletiniz imza edeceksiniz."
Tüm delegeler, ilk imza şerefini Türk Başdelegesi İsmet Paşa'ya tanımışlardı.
İsmet Paşa, masanın başına geldi. Cebinden, altın bir dolmakalem çıkardı. Bu kalemi, andlaşmayı imzalaması için Mustafa Kemal Paşa vermişti.

Tören, alkışlarla sona erdi.

Delegeler ve salonda bulunan diplomatlar, İsmet Paşa'yı ve iki yardımcısı Dr. Rıza Nur ve Hasan Saka'yı kutlamak için sıraya girdiler.
ABD ikinci gözlemcisi Mr.Grew şöyle diyecekti:
"İsmet Paşa Lozan'da büyük bir diplomatik zafer kazanmıştır. Belki bu, tarihte kazanılmış en büyük diplomatik zaferdir."

***

Lozan'daki ABD gözlemcisi Mr.Grew'in bu görüşlerine, 96 yıl sonra Türkiye'de bir Türk manken karşı duracak; İsmet İnönü'nün Lozan'da Türkiye'ye diz çöktürdüğünü iddia edecekti...

***

Başbakan Rauf Bey ve Meclis 2. Başkanı Ali Fuat Paşa, telefonla izin isteyerek Mustafa Kemal Paşa'yı ziyarete geldiler. Birkaç gün sonra Lozan kurulu dönecekti. Rauf Bey, İsmet Paşa ile karşılaşmak istemiyordu:
"Ben İsmet Paşa ile karşı karşıya gelemem. Onu karşılayamam. İzin verirseniz, geldiğinde Ankara'da bulunmamak için seçim bölgem Sivas'a gitmek istiyorum."

Aralarında kişisel bir sorun yoktu. Görev için tartışmışlardı. Barış imzalanmış, artık bu tip tartışmalar geride kalmıştı. Paşa:
"Böyle hareket etmeniz için hiçbir neden yok. Burada bulunmanız, İsmet Paşa'yı bir hükûmet başkanına yaraşır şekilde kabul etmeniz, görevini başarıyla yerine getirdiği için onu, sözlü olarak da takdir ve tebrik etmeniz doğru olur."

Rauf Bey direniyordu. Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey'e baktı. Olup biteni unutacak, aşabilecek olgunlukta görünmüyordu. Şöyle dedi:
"Başbakanlıktan ayrılmak şartıyla gidebilirsiniz."

Bu şart, hem Rauf Bey'i hem de Ali Fuat Paşa'yı sarsmıştı.
Mustafa Kemal Paşa'dan beklemedikleri bir tavır görmüşlerdi. Ali Fuat Paşa, Harbiye'den arkadaş olmanın verdiği samimiyetle, "senin şimdi, aport'ların kimlerdir, bunu anlayabilir miyiz?" diye sordu Mustafa Kemal Paşa'ya.
Mustafa Kemal Paşa, sakinlikle yanıtladı:
"Bak Ali Fuat Paşa, benim aport'larım yok. Memlekete ve millete kimler hizmet eder, hizmet liyakat ve kudretini gösterirse aport'lar onlardır."

Millî Mücadele'yi başlatanlar ve yürütenler, bir yol ağzına gelmişlerdi.

13 Ağustos sabahı İsmet Paşa, Ankara'ya geldi.
Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa'yı alarak Çankaya'ya çıktı.
İsmet Paşa yolda, "Rauf Bey hasta mı?" diye sordu.
Mustafa Kemal Paşa: "Hayır. İstifa ederek ayrıldı."
İsmet Paşa: "Neden?"

Mustafa Kemal Paşa, şoförün yanında veremediği yanıtı, evde çalışma odasına girer girmez verdi:
"Seninle karşılaşmak istemedi. Ayrılmadan önce de hilafet makamını güçlendirmemi istedi."

Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey'in yerine birini seçmek gerektiğini belirtince İsmet Paşa, kimi düşündüğünü sordu.
Mustafa Kemal Paşa'nın Fethi Bey'i düşündüğü cevabını alınca, İsmet Paşa'nın gözleri parladı:
"Çok iyi!"
Mustafa Kemal Paşa sordu: "Niye o kadar sevindin?"
İsmet Paşa: "Bir an beni düşündüğünü sanıp, korkmuştum. Çünkü andlaşma, meclisçe onaylanınca, hiç olmazsa bir ay dinlenmek istiyorum."

Mustafa Kemal, şöyle bitirdi:
"Hak ettin. Ama yapacak iş çok İsmet."

Mustafa Kemal Paşa, yapılacak işleri saydı. İsmet Paşa da Lozan Andlaşması hakkında bilgi verdi. Açıklamasını, "ama andlaşmanın eksikleri var" diye bitirdi.
Mustafa Kemal Paşa, "evet ama hepsi zamanla halledilir konular, Lozan'da tam bağımsızlığımızı sağladınız, önemli olan bu" dedi.

Meclis, 13.30'da açıldı.
Bugün Meclis Başkanı seçilecekti. Oturuma, 197 milletvekili katıldı.
Mustafa Kemal Paşa 196 oy alarak, ikinci kez TBMM Başkanlığına seçildi. Bir oy da İsmet Paşa'ya çıkmıştı. Bir milletvekili, "onu da Mustafa Kemal Paşa vermiştir belki" dedi.

Mustafa Kemal Paşa, yoğun alkışlar arasında başkanlık kürsüsüne çıkarak: "Yeni Türkiye Devleti bir halk devletidir. Halkın devletidir. Geçmişin kurumları ise bir şahıs devleti idi.." diye konuştu. Meclis'e başarılar diledi.

Fethi Bey, başbakanlığa seçildi.

Lozan görüşmeleri TBMM'de 22-23 Ağustos'ta sürdü.
Andlaşmayı övenler de vardı, sınırlar sorunu yüzünden eleştirenler de..
Son konuşmayı İsmet Paşa yaptı, Lozan görüşmeleri konuşma yeteneğini hayli geliştirmişti:
"Türdeş ve tek düzenli bir vatan. Dışarıya karşı olağandışı kayıtlardan ve hükûmet içinde hükûmet demek olan iç ayrıcalıklardan arınmış bir durum. Olağandışı mali yükümlülüklerden kurtulmuş bir hâl. Tam bağımsız, kaynakları bol ve özgür bir vatan. Bu vatanın adı Türkiye'dir. Bu Türkiye'yi Lozan Andlaşması ve ekleri anlatmakta ve açıklamaktadır."

İstanbul ve Çanakkale'nin boşaltılmasına başlanması için hemen İstanbul'daki Yüksek Komiserliklere o gece bildirildi. İşgalcilerin, en geç 6 hafta içinde Türkiye'yi terk etmeleri gerekiyordu. Bir saat dahi fazladan kalmalarına kimsenin tahammülü yoktu. Birkaç yıl evvel, Millî Mücadele'ye başlarken Mustafa Kemal Paşa'nın ağzından dökülen o söz; nihayet gerçekleşiyordu.. Geldikleri gibi gidiyorlardı!

The Saturday Evening Post adlı gazetenin yazarı İsaac F.Marcosson, Çankaya'da Mustafa Kemal Paşa ile bir görüşme yaptı.
Yazı, adı geçen gazetede ekim ayında yayımlanacaktı fakat görüşme sırasında Paşa'nın bir tümcesi, çevirmenlik yapan dışişleri görevlisini çok etkilemişti. Çevresine söyledi.
Yayıldı ve geleceğe ışık tuttu. Şöyle diyordu Paşa:
"Demokrasi, insan ırkının ümididir."


//BÖLÜM 8

23 Eylül günü İstanbul'da çıkan İkdam gazetesinde de Mustafa Kemal Paşa'nın Avusturyalı bir gazeteciye verdiği demecin Türkçesi yayımlandı.
Paşa, yürürlükteki anayasanın millî egemenlikten ve meclisin niteliğinden söz eden ilk iki maddesine değindikten sonra diyordu ki:
"Bu iki maddeyi bir kelimede özetlemek mümkündür: Cumhuriyet!"

Bu tek sözcük, büyük yankılar uyandırmıştı.
Yeni Türkiye'nin Amasya Genelgesi'nden başlayarak, adım adım cumhuriyete yürüdüğü açıktı.

İstanbul'u ve Çanakkale'yi boşaltma işleminin 4 Ekim günü bitmesi gerekiyordu. Ama devir ve teslim işleri 1 Ekim günü bitmişti. İşgalcilerin boşalttığı her resmî yapıya, törenle Türk bayrağı çekiliyordu.
2 Ekim Salı günü Kabataş meydanında yapılacak törenle, işgal kuvvetleri komutanları İstanbul'u terk edeceklerdi. İşgalci komutanları, General Selahattin Adil Paşa yolcu edecekti. Selahattin Adil Paşa, Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra Çanakkale Boğazı'nı ve gazi tabyaları İngilizlere ağlayarak teslim eden Türk birliğinin komutanıydı. Güzel kader, şimdi bu komutanı işgalcileri yolcu etmekle görevlendirmişti.

Generaller ile küçük tören birlikleri gemilerine gitmek üzere motorlara bindiler ve rıhtımdan uzaklaştılar. Beş yıldır bu anı beklemiş olan halk birden, top gibi, gök gürültüsü gibi, yanardağ gibi patladı. Alkışladı. Ağladı. Çığlık attı. Birbirilerine ve askere sarıldı. Bayrağa selam durdu.

Aynı işlemler, Çanakkale'de de yapıldı. Gazi tabyalar, eski siperler, kışlalar, mübarek topraklar boşaltılmıştı.

Halk Partisi meclis grubunda küçük ama becerikli bir muhalif grup belirmişti. Bu grup mecliste Fethi Bey hükûmetini hırpalıyordu.
Ali Fuat Paşa, orduya dönmek istediği için ikinci başkanlıktan ayrılmıştı. Parti yönetimi ikinci başkanlık için Yusuf Kemal Bey'i, boşalan İçişleri Bakanlığı için ise Ferit Tek Bey'i aday göstermişti. Becerikli grup harekete geçti. Parti grubunda yapılan seçim sonucu sarsıcı olmuştu. İkinci başkanlığa Rauf Bey, İçişleri Bakanlığı'na Sabit Sağıroğlu seçilmişti. Takvim yaprakları, 25 Ekim 1923'ü gösteriyordu.

Bu olay üzerine Mustafa Kemal Paşa, düşüncesini uygulama zamanının geldiğine karar verdi.
O gece ve ertesi gece bakanlar kurulunu Çankaya'da topladı. Bu görüşmelere Ali Fuat Paşa'da katıldı. Her önemli ve özel günlerde olduğu gibi her iki günde de sofrada içki yoktu. Konuştular. İş görebilmek, istikrarı sağlayabilmek için sistemde düzeltme yapmak gerekiyordu. Yol açmak için Fethi Bey ve bakanlar istifa ettiler. Mustafa Kemal Paşa ve parti yönetimi, başbakanı seçmede ve bakanlar kurulunu oluşturmada Halk Partisi grubunu serbest bıraktı. Milletvekilleri öbek öbek çeşitli listeler hazırlamaya başladılar. Ancak hiçbiri genel kabul görmüyordu.

Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim akşamı bazı arkadaşlarını yemeğe davet etti.
Bu toplantıda Ali Fuat Paşa bulunamadı. İstanbul'a hareket etmişti. Bu tarihi yemekte, şu milletvekilleri bulundu:
Fethi Bey, İsmet Paşa, Kâzım Özalp Paşa, Halit Paşa, Kemalettin Sami Paşa, Fuat Bulca, Ruşen Eşref Ünaydın.

Bu akşam da içki söz konusu değildi. Bir süre genel konular konuşuldu. Mustafa Kemal Paşa, büyük kararlardan önce yaptığı gibi yine içine çekilmiş, susuyor, düşünüyor ve dinliyordu. Yemek biterken, hükûmet sorunu açıldı. Bazı görüşler ileri sürüldü. Sorunu kökünden çözecek çarenin adını, Mustafa Kemal Paşa açıkladı:

"Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz!"

Hepsi bu açıklamayı sevinç ile karşıladı. Ertesi gün için iş bölümü yapıldı. Hepsinin görevi saptandı.

Misafirler erken kalktılar, derin bir saygı içinde ayrıldılar. Yarın, başka bir gün olacak, Anadolu ihtilali hedefine varacaktı.

En son İsmet Paşa kaldı. Mustafa Kemal Paşa dört ay evvelden hazırladığı notları çıkardı. Anayasada yapılacak değişiklikleri konuşa konuşa son olarak gözden geçirdiler. Anayasanın birkaç maddesinde değişiklik yapılması, sorunu çözüyordu.

Sonunda, rejimin adı konacaktı.


//SON BÖLÜM

Ali Fuat Paşa, görev icabı İstanbul'daydı. Kendisine en sık sorulan soruların başında; "Ankara'da neler oluyor? Bu hükûmet krizinin sebebi nedir?" olmuştu.
Ali Fuat Paşa, Ankara'da olanların aslını çok iyi biliyordu. Zira Ankara'da yapılan toplantıların sonuncusu dışında, hepsine katılmıştı. Olayları özetledi ve dedi ki:
"Cumhuriyetin ilan edileceği günlerin arifesinde bulunduğumuzu zannediyorum."

Bu bilgiyi paylaştığı değerli kişiler, Kurtuluş Savaşı'nın öncüleriydi. Ancak bu bilgi, Kurtuluş Savaşı öncülerini memnun etmemişti. Onlara kalsa, düşmanın kovulması yeterliydi. Eski düzen, küçük düzeltmelerle sürdürülebilirdi.

TBMM, 29 Ekim akşamı saat 18.00'da Çorum Milletvekili İsmet Eker Bey'in başkanlığında toplandı. Divan kâtipleri Haydar Rüştü ve Ruşen Eşref BEylerdi.

Anayasada yapılacak değişiklik tasarısı, Anayasa komisyonuna havale edilmişti. Komisyonun raporu meclise geldi ve Ruşen Eşref Bey tarafından gür bir sesle okundu. Tarihi oturum başlamıştı.
Koridorda bulunan milletvekilleri de salona girmişti. Meclis memurları balkonların altında koşuştular. İki balkon da cumhuriyetin ilan edileceğini bilen basın mensupları, Ankara ileri gelenleri ile doluydu. Balkona sığmayan dinleyiciler, salonun kenarlarına toplandılar.

Heyecan dolu bir hava vardı.

Mustafa Kemal Paşa, en öndeki sıranın sağ köşesinde oturuyordu. Yanında İsmet Paşa, Fethi Bey, Fevzi Paşa ve son bakanlar vardı.
İlk sözü, Anayasa komisyonu başkanı Yunus Nadi Bey aldı. Kanun tasarısı hakkında bilgi verdi. Yunus Nadi Bey'i görkemli konuşmasıyla Vasıf Çınar Bey izledi. Sonra Eyüp Sabri Efendi, Rasih Efendi, Şeyh Saffet Efendi, Mehmet Emin Yurdakul, Emin Sazak ve Süleyman Sırrı Beyler konuştular.

Şair Mehmet Emin Yurdakul süt beyaz sakalıyla çağdaş bir dede korkut gibiydi. Bütün milletvekillerini, ayağa kalkarak üç kez yaşasın cumhuriyet diye bağırmaya davet etti.
Bütün milletvekilleri, ayaktaydı:
"Yaşasın Cumhuriyet!"

Cumhuriyetle ilgili birinci madde saat 19.37'de sürekli alkışlar, sevinç çığlıkları arasında kabul edildi. Öbür maddeler de oylandı.
Kanunun tümünün oya sunulması aşamasına gelinmişti. Başkan da heyecanlıydı. Titreyen bir sesle dedi ki:
"Kanunun tümünü kabul edenler, lütfen el kaldırsın."

Başkan, cumhuriyet rejimini oya sunmuştu.
Bütün eller havaya kalktı.

"Oy birliği ile kabul edilmiştir!"
Saat, 20.30'du.

Alkışları, çığlıkları,"Yaşasın Cumhuriyet!" naraları izliyordu. Haber, dışarıdaki kalabalığa da ulaştı. Ağlayanlar da vardı.

Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Tekçe, dışarı koştu. Namluları istasyon yönüne dönük duran toplara sırayla, "Ateş!" emrini verdi. Toplar, yeri göğü inleterek Türkiye Cumhuriyeti'nin doğumunu duyurdular.

İçeride ise cumhurbaşkanlığı seçimine gidilmişti.
Seçme 158 üye katılmış, Mustafa Kemal Paşa oy birliği ile cumhurbaşkanı seçilmişti. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, yoğun alkışlar, başarı dilekleri ve dualar arasında kürsüye geldi.

Saat, 20.45'ti.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa konuşuyordu:
"... Yüzyıllardır haksızlığa ve zulme uğrayan milletimizin son yıllarda gösterdiği kabiliyet, istidat ve kavrayış, milletimizin hakkında olumsuz görüşler ileri sürenlerin ne kadar gafil ve görünüşe aldanan insanlar olduklarını pek güzel ispat etti. Milletimiz liyakatini, yeni rejim sayesinde, uygarlık alemine daha kolaylıkla gösterecektir. Hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır."

Meclis, yeni devletin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı ayağa kalkarak, yoğun alkışlarla selamladı.

Ankaralılar ise Cumhuriyet Bayramı'nı kutlamaya başlamışlardı. Meclis'in önüne akan seğmenlerin naraları, top sesleriyle yarışıyordu.

Aşılması, çözülmesi gereken çok mesele vardı. Durmaksızın çalışacak, düşünecek ve üreteceklerdi. Türkiye Cumhuriyeti'ni ilelebet payidar kılmak hedefi, bu yolda yorulmalarına en temel engel olacaktı.
Ve kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, milletin olan cumhuriyeti, yine bu milletin gençliğine, Türk gençliğine emanet edecekti!
En kıymetli hazine, ilelebet muhafaza ve müdafaa edilsin diye..

Ne Mutlu Türk'üm Diyene!





















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder