28 Nisan 2020 Salı

Bilgisel 2 / Köy Enstitüleri



Millî Mücadele yürütülüyordu. Yıl 1921.
Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere, mücadelenin önde gelenleri ve Millet Meclisi mebusları, işin yalnızca savaş meydanlarında elde edilebilecek zaferlerle bitmeyeceğini çok iyi biliyorlardı.
Sonrası için şimdiden bir şeyler yapmak, geleceği kurtaracaktı.

Ülkenin büyük bir eğitim açığı bulunuyordu. Bu açığı kapatmak amaçlı atılan ilk adım, 7 Mart 1921 tarihli kanundu. Kanuna göre öğretmen, öğrenci ve medrese mensuplarının askerlik görevlerinin tecil edilmesi sağlanıyor, böylelikle eğitimin her ne pahasına olursa olsun devamı amaçlanıyordu.

İkinci adım ise Millî Mücadele henüz devam ederken, Sakarya Savaşı öncesi 15 Temmuz 1921'de ilk defa Maarif Kongresi'nin toplanması olmuştu. Mustafa Kemal Paşa bizzat cepheden gelerek kongreyi açmış ve kongrenin açılış konuşmasını yapmıştı.

Mustafa Kemal Paşa, kongrede dile getirdiği konuşmasında öğretmenleri, "gelecekteki kuruluşumuzun saygıdeğer öncüleri" olarak tanımlamıştı.

Cumhuriyet'in ilân edildiği 1923 yılında 10.102 ilkokul öğretmeni vardı. Bunların 1081'i kadın, 9021'i erkekti. Meslekî öğrenim görmüş olanlar ise 378'i kadın, 2356'sı erkek olmak üzere yalnızca 2734'tü. Bunların da önemli bir kısmı medreselerin alt sınıflarından ayrılmış, yarım yamalak bir öğrenimle 1-2 senelik darülmualliminlerden mezun olmuş, medrese alışkanlık ve düşüncelerinden kurtulamamış, çoğu imamlık ve müezzinlikle de görevli sarıklı hocalardı..
Geri kalan 7368 öğretmenden 1357'si ancak ilköğrenim görmüş, 711'i doğrudan medreseden ayrılmış, 152'si muntazam tahsil görmemiş, 2107'si hiçbir öğretmenlik ehliyetini taşımayan kimselerdi.

E tabii bir de cumhuriyet kurulmuştu ve halkın kendi kendini yönetmesi bekleniyordu. Bunun için de halkın göreceği eğitim, daha bir önem taşıyordu. Genel kanı şuydu ki; halkın hayat anlayışını değiştirecek rehberler, öğretmenler gerekliydi.

Mustafa Kemal Atatürk ve Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati'ye göre Türk öğretmenleri, yalnız okulda ders vermekle yetinmeyen, müsamereler, konferanslar, oyunlar, kurslar düzenleyen, halkı cumhuriyete ısındıracak, köylüyü cehaletten kurtarmayı iş ve övünç nedeni bilecek aydınlar olmalıydı.

Köy Enstitüleri'nin kurulmasına kadar gidilecek yolun başlangıcı, 1 Eylül 1924'te alınan kararlarla gerçekleşmişti. Darülmualliminlerin adı "Erkek Muallim Mektebi" , Darülmuallimatların adı da "Kız Muallim Mektebi" olarak değiştirildi. Geçen zaman diliminde Maarif Teşkilatı Kanunu ile de yasal bir zemine oturtuldu. 789 sayılı yasa ile öğretmen okulları, şehir muallim mektepleri ve köy muallim mektepleri olarak ikiye ayrıldı. Böylece Türkiye'de köy ve şehir okulları için iki ayrı öğretmen yetiştirilmesi yasallaşmış oldu.

Ancak bu ve bunun gibi pek çok büyük atılımları yapan Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati'nin 1929 yılında vefat etmesi sonrasında, onun politikası devam ettirilememiş ve köy öğretmeni yetiştirilmesinde bir duraklama dönemine girilmişti.

Atatürk döneminde iz bırakan eğitimcilerden biri de Reşit Galip'tir. 1933 yılında Maarif Vekili olduktan sonra bakanlıkta bir Köy İşleri Komisyonu kurarak, devletin köydeki adamı ve köyün en aydını olan öğretmenin hangi özelliklere ve görevlere sahip olması gerektiğini araştırmıştır. Araştırma ve çalışmaları sonucu oluşturduğu rapora göre köy öğretmeninde bulunması istenen nitelikler şu şekilde sıralanabilirdi:
"Köylüyü inkılâpçı, laik, cumhuriyetçi inançlarla yetiştirmek ve bunları köylüye benimsetmek. Köylünün sosyal hayatında etkili olabilmek, Medeni Kanunun hükümlerini köyde hâkim kılmak, modern görgü kurallarını köylüye öğretmek. Köyün ekonomik hayatını etkileyebilmek, ileri tarım yöntemlerini,pazar ilişkilerini onlara anlatmak. Köyün aydını olmak, öğretmenliğin bütün özelliklerine sahip olup bunları göstermek."

Ancak ne yazık ki aynı yıl, sağlık sorunları sebebiyle çalışmalarını uygulama fırsatı bulamadan, bakanlıktan ayrılmak zorunda kalmış ve bir süre sonra da vefat etmiştir.

Dr. Reşit Galip'in köyü kalkındırmak için başlattığı girişim, onun ölümünün ardından 1935 yılında Millî Eğitim Bakanı olarak atanan Saffet Arıkan ve İlköğretim Genel Müdürlüğü'ne getirilen İsmail Hakkı Tonguç'un zamanında daha bir ciddiyetle ele alınmış, bazı çözümler saptanmış ve uygulamaya da konulmuştur.

Bilgiselin tam da bu noktasında bazı nüfus bilgileri vermenin doğru olacağı kanaatindeyim.

1927 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk sayımı yapılmıştı.
6.563.878'i erkek, 7.084.391'i kadın olmak üzere toplam nüfus 13.648.270 idi. Ve toplam nüfusun yalnızca %8.1'i okuma yazma biliyordu.

1935 yılında yapılan ikinci sayımda ise toplam nüfus; 7.974.226'sı erkek, 8.226.468'i kadın olmak üzere 16.200.694 olmuştu. Geçen sekiz yılda okuma yazma oranı da %21'e yükselmişti. Erkek nüfusun %23.3'ü okuma yazma biliyorken, kadın nüfusunda bu oran yalnızca %8.2'ydi.

1935 sayımına göre 40.000 köyden;
- Öğretmenli okulu olan köy sayısı : 4959
- Eğitmenli okulu olan köy sayısı : 4000 idi.
- 31.000 köyde okul yoktu.

- Nüfusu 150'den az olan 16.000 köyde eğitmen kullanmak yoluyla okuma çağındaki bütün çocukları okutabilmek için 20.000 öğretmene ihtiyaç vardı.
- Nüfusu 400'den çok olan eksik öğretmenli ve öğretmensiz köyler ve köy özelliğindeki küçük kasabalar için 15.000
- Eğitmenli köylerin bölge merkezlerinde oluşturulacak tam devreli okullar için 2.000
- Eğitmen teşkilatlarındaki gezici başöğretmenlikler için ise 3.000 öğretmene gereksinim vardı.

Ve tekrar dönelim, 1935'te başlayan Saffet Arıkan ile İsmail Hakkı Tonguç iş birliği dönemine..

Atatürk, kendisine Muhafız Alayı Komutanı İsmail Hakkı Tekçe tarafından getirilen öneriyi Saffet Arıkan'a iletti. Bu öneriye göre orduda askerliğini çavuş olarak yapmış bulunan akıllı, uyanık köy gençleri kısa süreli bir öğretmenlik eğitimi kursuna alınmalı, daha sonra da kendi köylerine öğretmen (eğitmen) olarak atanmalıydılar. İşte eğitmen kurslarının çıkış noktası da bu olay olmuştu.

1936 yılı Temmuz ayında başlayan kurs serüveni başarılı sonuçlar verince, 1937-1938 eğitim öğretim yılında bu kursların sayısının arttırılması kararlaştırıldı. Hatta bu uygulamaya hem süreklilik kazandırabilmek, hem de yasal zemine oturmasını sağlamak amacıyla 11 Haziran 1937 yılında TBMM'de 3283 sayılı Köy Eğitmenleri Yasası çıkarıldı.

Bu kurslardan elde edilen verimli sonuçlar üzerine, bu kurslarda izlenen eğitim öğretim etkinliklerinin daha bir düzen içinde ve örgün bir eğitim kurumunda verilmesinin daha doğru olacağı düşüncesi ortaya çıkmıştı. Daha evvelde Mustafa Necati'nin açtırdığı köy muallim mektepleri örneğinde olduğu gibi köy öğretmen okullarının açılması fikri doğdu. Bunun üzerine, 1937 yılında, İzmir Kızılçullu ve Eskişehir Çifteler'de iki Köy Öğretmen Okulu açıldı.

1940 yılına kadar köy öğretmen okullarının sayısı dörde çıkarılmıştı.

"Köy Enstitüsü" adı ilk olarak, Tonguç'un 12 Ağustos 1937 tarihinde o zaman Edirne Karaağaç Eğitmen Kursu'nda görev yapmakta olan Ferit Oğuz Bayır'a yazdığı mektupta geçmektedir. Tonguç'un o günkü ifadeleri aynen şöyledir:

"Bir hafta evvel güç halle İzmir'e gittim, geldim. Orada Amerikalılardan alınan kolej binalarında ve Eskişehir'de Mahmudiye'de senin pek hoşuna gidecek birer Köy Enstitüsü açıyoruz."

Tonguç, eğitmen çözümüyle birlikte deneme olarak başlattığı köy öğretmen okullarının Köy Enstitüsü'ne dönüşmesi için yasa tasarısı hazırladı. Meclis'te bu tasarıyı, Saffet Arıkan'ın yerine gelen Hasan Âli Yücel savundu. Böylece 1940-1948 yılları arasında Türkiye'de 21 köy enstitüsü açıldı.

1940 yılında;
- İzmir Kızılçullu
- Eskişehir Çifteler
- Lüleburgaz Kepirtepe
- Kastamonu Gölköy
- Malatya Akçadağ
- Antalya Aksu
- Samsun (Ladik) Akpınar
- Adapazarı Arifiye
- Trabzon (Vakfıkebir) Beşikdüzü
- Kars Cilavuz
- Bahçe Düziçi
- Isparta Gönen
- Balıkesir Savaştepe
- Kayseri Pazarören

1941 yılında;
- Ankara Hasanoğlan
- Konya (Ereğli) İvriz

1942 yılında;
- Sivas (Yıldızeli) Pamukpınar
- Erzurum Pulur

1944 yılında;
- Ergani (Dicle)
- Aydın Ortaklar

1948 yılında;
- Van Ercis (Ermis)

Öğrenim süresi 5 yıldı. Haftada 44 saat çalışma var; bunun yarısında kültür dersi yapılıyor, yarısı tarım ve teknik sanatlara ayrılıyor. Erkeklere yapıcılık, demircilik, marangozluk, yerine göre balıkçılık; kızlara dokuma, örgü, biçki dikiş, ev yönetimi, çocuk bakımı, ipek böcekliği, meyve ve sebzeleri işleme yöntemleri öğretiliyordu.
Enstitülerde ezbercilik yoktu. Tonguç'un öncülüğüyle İş Eğitimi İlkesi uygulandı. Öğrenciler bilgiyi daha çok iş aracılığıyla öğreniyor, üstünü derslerde tamamlıyorlardı. Ayrıca hava koşulları ne olursa olsun, her gün en az bir saat özgür okuma yapılıyordu. Temizliğe, toplu eğlenceye, tiyatro ve müzik çalışmalarına,halk oyunlarına, halk türkülerine önem veriliyordu. Türkiye'nin geleneksel çalgısı saz öğretiliyordu ama daha çok mandoline, kemana yer veriliyordu. Hatta Saffet Arıkan kendi piyanosunu Hasanoğlan Köy Enstitüsü'ne armağan etmişti.

1945 yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü'ndeki çalgı çeşitleri ve sayıları şu şekildeydi:
- 250 Mandolin
- 55 Keman
- 37 Bağlama
- 8 Akordeon
- 3 Piyano
- 3 Davul
- 3 Radyo
- 1 Yükselteç
- 1 Pikap
- 160 Plak
- 1 Metronom

Beşikdüzü Köy Enstitüsü'nde bu çalgılardan farklı olarak çello, viyola, kemençe, zurna, gramofon olduğunu da belirtmek mümkün.

Köy Enstitüleri yasasının meclisten çıkışı 17 Nisan 1940'tır. Türkiye, 1945 yılında İkinci Dünya Savaşı bitimiyle çok partili hayata geçiyordu. 1946 yılında ilk tek dereceli seçimler yapıldı. Bu seçimlerde Köy Enstitüleri toprak ağalarının da kurucuları arasında bulunduğu Demokrat Parti ile o zamana kadar yönetimi elinde tutan Cumhuriyet Halk Partisi çekişiyordu.

Demokrat Parti, kız erkek öğrencilerin bir arada öğrenim görmesi, her cumartesi eleştiri toplantıları yapılması, ders dışı kitaplar, bu arada Rus klasikleri okunması gibi konuları ön plana atıyordu. Daha doğru tabir ile Köy Enstitüleri'ni bu özellikler bakımından vurmaya, zedelemeye çalışıyordu.

Demokrat Parti'nin önce ikinci, sonra birinci adamı olan Adnan Menderes, 1950 seçimleri öncesi ağalara söz vermişti. Eğer ki kendisini destekleyip, seçimi kazandırırlarsa enstitüleri kapatacaktı. Ağalar ve onların buyruğunda bulunan şeyhler, köylüleri kötü bir biçimde etkilemeyi başaracaklardı..

Sonuç mu? Seçimi Demokrat Parti kazandı.

1951 yılında ise;
11 yılda 1.600 sağlık bakıcısı, 8.000 eğitmen ve 17.000 köy öğretmeni yetiştiren Köy Enstitüleri kapatıldı.

Aslına bakarsanız, Köy Enstitüleri'nin kapatılması sonrasında neler olduğu konusunu yazmaya lüzum görmüyorum. Zira kapatılmasının üzerinden geçen 69 yılda ülkenin eğitim sisteminin nasıl olduğunu, sonuçlarını, hangi noktaya geldiğini zaten hepimiz ziyadesiyle yaşamaktayız.

Bu denli işlevsel, yaratıcı, ilerlemeci, gelişimsel yönü yüksek bir sistemi araştırmak, okumak, anlamak ve hatta günümüz dünyasına uygun biçimde düzenleyip, memleketimize tekrar oturtmak, biz yeni neslin en birincil görevlerinden olmalı kanaatindeyim.

Okuduğunuz, en değerli varlığınız olan zamanınızı ayırdığınız için teşekkürlerimi sunarım.

Gözlerinize sağlık,
Aydınlanmak üzere..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder